Sonra uyuyabilir miyim sana?
Dalıp uykunun sen kollarına
Yapışabilir miyim,kuşkonmaz ben dudaklarına?
[-Meral Meri-]
28 Aralık 2013 Cumartesi
Meral Meri
Bana, geçmişime ve geleceğime anlamsız vaatlerde bulunanlar çok olmuştur
Ben ise geçmişi sağa ve sola bırakarak geleceği düşünmeksizin
Şu ana vaad edilmemişlikleri sunuyorum
Çünkü insan ancak kendine sunulduğu ikramlar ile yol alabilir
Meral Meri
Etiketler:
aforizma,
edebiyat,
Meral Meri,
meralmeri,
söz
Vincent Van Gogh
Etiketler:
aforizma,
art,
edebiyat,
resim,
sanat,
söz,
Vincent van Gogh,
yaşlı adam
Pablo Neruda
Bir kadın, söyleyecek çok şeyi olduğu halde susuyorsa, erkek artık tüm şansını kaybetmiştir.
Pablo Neruda
Pablo Neruda
Meral Meri
Etiketler:
aforizma,
aşk,
edebiyat,
Meral Meri,
sevgi
SANA BÜYÜK BİR ŞEY SÖYLEYECEĞİM
SANA BÜYÜK BİR ŞEY SÖYLEYECEĞİM
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Korkuyorum senden
Korkuyorum yanınsıra gidenden
Pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından
Söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı-yavaş zamandan
Korkuyorum senden
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır, sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya
katlanmam
sevgilim...
Louis Aragon
Meşe Kokulu
Gözlerimin orkideleri silinmiş sanıyorlar
Oysa ben daima onlarla inzivaya çekilmiştim
Bir kış günü.
Ne yapsaydım ki,bilemedim?
İnsan en güzel kendine gizleniyormuş,
Üstelik yaşa başa aldırmaksızın.
Koyu bir hava donduğu zaman-
Zaman için bile bazı şeyler de pek mümkün olmuyor hani.
Güneş gözlerimden çekileli yıllar olmuş,
Deniz feneri ışığına hapsediyorum o vakit kendimi,
Gözlerime orkideler yerleştiriyorum.
Biliyorum,pek berrak sularım kalmadı,
Ama ne yapalım?
Hala idare lambam mevcut.
Olur da ya ben bir yengeç adımı atıp, gelirim sana.
Ya da sen meşe kokulu bir adım atarsın bana,
Olmaz mı geleceğim,meşeler koktuğu zaman?
Meral Meri/
Meşe Kokulu
Oysa ben daima onlarla inzivaya çekilmiştim
Bir kış günü.
Ne yapsaydım ki,bilemedim?
İnsan en güzel kendine gizleniyormuş,
Üstelik yaşa başa aldırmaksızın.
Koyu bir hava donduğu zaman-
Zaman için bile bazı şeyler de pek mümkün olmuyor hani.
Güneş gözlerimden çekileli yıllar olmuş,
Deniz feneri ışığına hapsediyorum o vakit kendimi,
Gözlerime orkideler yerleştiriyorum.
Biliyorum,pek berrak sularım kalmadı,
Ama ne yapalım?
Hala idare lambam mevcut.
Olur da ya ben bir yengeç adımı atıp, gelirim sana.
Ya da sen meşe kokulu bir adım atarsın bana,
Olmaz mı geleceğim,meşeler koktuğu zaman?
Meral Meri/
Meral Meri/Kitap Hastahanesi
...
Yıllar sonra size ait tüm kırıntılar rüzgâr tarafından svuşturulunca
Onların yok olupta öldüğü varsayımı ile büyük bir rahatlama yaşarız...
Ama bu devasa rüzgâr çok maharetli olduğundan
O kırıntıları savuştururken yalnız bir yere değin sürükleyebilir,
Hatta emekleyen kırıntılar ancak bir yere kadar ölebilirler...
Çünkü onlar birer zombidirler ve tekrar tekrar canlanabilir,
Çünkü siz nefes alıyorken onların bir yerde ölüme ter kedilişleri
Sizden kopup gittikleri ve dahası öldükleri anlamına gelmemekle birlikte,
Hiç ummadığınız bir anda hiç görmediğiniz bir tabloya bakarken,
Görürsünüz onları.
Ki size sürünerek peyda olup, eteğinizi can havliyle çekiştirip duruyorlar.
Böyle anlarda bilmem ki içinizden neler kopuyor?
Neler yer değiştiriyor,
Nerelere gidiyorsunuz?
Ve nelere dönüşüm içine bir yıkımla dönüyor,
Nelerle yüzleşmek zorunluluğuna giriyorsunuz?
İşin tuhafı ise sizin geride bırakmış yanınız
Yine yalnızlaşıyor, hem de öfke ve birtakım insan sanrılarıyla beraber baş başa kalıyorsunuz.
İşte bu sizin canınızı yakmaz belki ama, büyük bir yıkımın altından devasa denilecek bir
hata süpürme çabası canlanabilir!
Unutmayın ki insanlar yalnızca bebek doğurmazlar keza bebekleri ölmez...
Bunların hepsi bir yana bırakıldığında içiniz sessizliğe konuşabilir,
O der ki: Gözlerin ,kulakların ve dillerin konuşması mühim bir kâbus olmamakla bilirlikte,
asıl biriken o gerçeği endişe etmeksizin görebiliyor oluşunu kutla, kutla ki; o yanlışlar
doğru zamanlarının katili olmasınlar!
...
Meral Meri/Kitap Hastahanesi
Yıllar sonra size ait tüm kırıntılar rüzgâr tarafından svuşturulunca
Onların yok olupta öldüğü varsayımı ile büyük bir rahatlama yaşarız...
Ama bu devasa rüzgâr çok maharetli olduğundan
O kırıntıları savuştururken yalnız bir yere değin sürükleyebilir,
Hatta emekleyen kırıntılar ancak bir yere kadar ölebilirler...
Çünkü onlar birer zombidirler ve tekrar tekrar canlanabilir,
Çünkü siz nefes alıyorken onların bir yerde ölüme ter kedilişleri
Sizden kopup gittikleri ve dahası öldükleri anlamına gelmemekle birlikte,
Hiç ummadığınız bir anda hiç görmediğiniz bir tabloya bakarken,
Görürsünüz onları.
Ki size sürünerek peyda olup, eteğinizi can havliyle çekiştirip duruyorlar.
Böyle anlarda bilmem ki içinizden neler kopuyor?
Neler yer değiştiriyor,
Nerelere gidiyorsunuz?
Ve nelere dönüşüm içine bir yıkımla dönüyor,
Nelerle yüzleşmek zorunluluğuna giriyorsunuz?
İşin tuhafı ise sizin geride bırakmış yanınız
Yine yalnızlaşıyor, hem de öfke ve birtakım insan sanrılarıyla beraber baş başa kalıyorsunuz.
İşte bu sizin canınızı yakmaz belki ama, büyük bir yıkımın altından devasa denilecek bir
hata süpürme çabası canlanabilir!
Unutmayın ki insanlar yalnızca bebek doğurmazlar keza bebekleri ölmez...
Bunların hepsi bir yana bırakıldığında içiniz sessizliğe konuşabilir,
O der ki: Gözlerin ,kulakların ve dillerin konuşması mühim bir kâbus olmamakla bilirlikte,
asıl biriken o gerçeği endişe etmeksizin görebiliyor oluşunu kutla, kutla ki; o yanlışlar
doğru zamanlarının katili olmasınlar!
...
27 Aralık 2013 Cuma
Mavi Masalımın Yeşil kırıntıları
...
Sonra bir hayli yorgun olduğum geldi aklıma
Sana yaptığım her ziyaret bir öncekini hatırlatacak derecede güçlüydü
Hem sonra,bir avuç içine sığmayan ama dünyayı acıtıyor muşcasına
Yalnızlıklar birikiyor ya
Ben pek parlak beyaz bir zemine düşen bir düş bozgunu gibi, kırılabilirim
Belki sen farkında olmaksızın canımı yıldızsız geceler gibi soyabilirsin
Hem sonra,o boğuşmalarımızı hiç mi hiç unutmuyorum
Nasıl unutabilirim ki
Hiç bana beyaz bir günmüşüm muamelesi içinde olmadın
Oysa ben siyah değildim
Orada,o sessizlikte öylece durmamı gerektiren bir hastalık da yoktu
Sonra ne bileyim işte,durup durup sarı sayfalar içinde bulmuştum kendimi
Oysa ben sarıyı da sevmem,hiç bir renk uzun ömürlü değil
Mütemadiyen insan rengine yerleşip ,ölüm anında kendimi zincire vurup
Bir taşkınlık içinde ,örümceğin yuvasından
çıkmasını bekleyen bir çiğ damlasından ibaret olma arzusu içindeyim.
Sonra sessizlik denilen o kayıp mecrada uykumun ortasında düşen
tutkulu bir öpüşe hiç de hayır demezdim...
Bunlar tüm çıplaklığıyla doğaya sarı eken, güneşin marifeti değil midir?
Ve ağaç amcaların hiç durmaksızın canla başla çalıştıkları
yeşilin içine girip, aksederek kalmışlığım olmalıydı
Bir ton melodiler yağarak üstüme,istila edilmeliydim
Böyle büsbütün bir hastahane odasında
Gözlerim açık mı,yoksa kapalı mı?
Gibi şeyleri düşünmeksizin
Yatağımın içinden çıkıp ,bir kuş gibi
Şu odaya dolması için akan temiz havaya karışarak
pencereden uçmalıydım.
İşte o zaman insan renklerim hiç mi hiç acımazdı.
Belki filizlenip yeşerebilir,ve güneş ekebilirdim kurak kalmışlığıma.
...
●❤●Meral Meri●❤●
Mavi Masalımın Yeşil kırıntıları●❤●
Sonra bir hayli yorgun olduğum geldi aklıma
Sana yaptığım her ziyaret bir öncekini hatırlatacak derecede güçlüydü
Hem sonra,bir avuç içine sığmayan ama dünyayı acıtıyor muşcasına
Yalnızlıklar birikiyor ya
Ben pek parlak beyaz bir zemine düşen bir düş bozgunu gibi, kırılabilirim
Belki sen farkında olmaksızın canımı yıldızsız geceler gibi soyabilirsin
Hem sonra,o boğuşmalarımızı hiç mi hiç unutmuyorum
Nasıl unutabilirim ki
Hiç bana beyaz bir günmüşüm muamelesi içinde olmadın
Oysa ben siyah değildim
Orada,o sessizlikte öylece durmamı gerektiren bir hastalık da yoktu
Sonra ne bileyim işte,durup durup sarı sayfalar içinde bulmuştum kendimi
Oysa ben sarıyı da sevmem,hiç bir renk uzun ömürlü değil
Mütemadiyen insan rengine yerleşip ,ölüm anında kendimi zincire vurup
Bir taşkınlık içinde ,örümceğin yuvasından
çıkmasını bekleyen bir çiğ damlasından ibaret olma arzusu içindeyim.
Sonra sessizlik denilen o kayıp mecrada uykumun ortasında düşen
tutkulu bir öpüşe hiç de hayır demezdim...
Bunlar tüm çıplaklığıyla doğaya sarı eken, güneşin marifeti değil midir?
Ve ağaç amcaların hiç durmaksızın canla başla çalıştıkları
yeşilin içine girip, aksederek kalmışlığım olmalıydı
Bir ton melodiler yağarak üstüme,istila edilmeliydim
Böyle büsbütün bir hastahane odasında
Gözlerim açık mı,yoksa kapalı mı?
Gibi şeyleri düşünmeksizin
Yatağımın içinden çıkıp ,bir kuş gibi
Şu odaya dolması için akan temiz havaya karışarak
pencereden uçmalıydım.
İşte o zaman insan renklerim hiç mi hiç acımazdı.
Belki filizlenip yeşerebilir,ve güneş ekebilirdim kurak kalmışlığıma.
...
●❤●Meral Meri●❤●
Mavi Masalımın Yeşil kırıntıları●❤●
Aramayis Taçkiyan
sanki sen yokmuşsun gibi.
sanki kimse yokmuş gibi.
sanki hiç bi'sey olmamış gibi.
gibi gibi bir hayat işte.
Aramayis Taçkiyan●❤●
sanki kimse yokmuş gibi.
sanki hiç bi'sey olmamış gibi.
gibi gibi bir hayat işte.
Aramayis Taçkiyan●❤●
26 Aralık 2013 Perşembe
Sevmekten vazgeçilebilir mi? / Frida Kahlo-1
Frida'dan Diego'ya;
Sevmekten ne zaman vazgeçtim ?
Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.
Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.
Her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.
Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.
Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe
saydığın için vazgeçtim.
Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden “sen” olduğun için vazgeçtim.
Bencil olduğun için vazgeçtim.
Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgecmem için yeterli değildi çünkü sevgim yüceydi.
Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.
Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.
Sevmekten ne zaman vazgeçtim ?
Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.
Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.
Her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.
Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.
Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe
saydığın için vazgeçtim.
Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden “sen” olduğun için vazgeçtim.
Bencil olduğun için vazgeçtim.
Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgecmem için yeterli değildi çünkü sevgim yüceydi.
Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.
Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.
25 Aralık 2013 Çarşamba
Meral Meri- “Azalırken Çoğalmak”
“Bir yerden başlamam gerekiyordu, onu doğru kelimelere ekleyip,kendimi ise yanlışlar yumağından kurtarmalıydım.
Ama nasıl yapmalıydım?
Düşününce usuma yerleşen birtakım çelişkiler pek de parlak değildi.
Bununla beraber gecenin zifiri karanlığında ay ve yıldızlar çok mutlu, keza gökyüzüne moral veriyorlardı...”
Meral Meri
“Daha sonra değiştirebileceğim bir karakterim hiç olmadı
O'yüzden aynı giysiyi giyip, keçi ezgisi olmaya özgürüm ben!..”
“Meral Meri”
O'yüzden aynı giysiyi giyip, keçi ezgisi olmaya özgürüm ben!..”
“Meral Meri”
Etiketler:
aforizma,
edebiyat,
keçi ezgisi,
meralmeri,
söz
Milena’ya Mektuplar
”Bugün senin karşına geçip susacağım. Mutluluğumu kelimelere dökebilir miyim ki? Elime, gözüme, yüreğime burada olmanın mutluluğunu nasıl anlatayım? ”
Franz Kafka - ” Milena’ya Mektuplar ”
Franz Kafka - ” Milena’ya Mektuplar ”
Sarılalım
Sarılalım
Bana bir baharı getirip müjdele
Bir yağmuru alıp koynuma iliştir
Bir pencere içine yerleşip manzaram ol
Tüm camlarımı kırıp içeri gel
Ve ansızlık ol,kal bir ben vakti kadar
Ve sen vaktini içelim
Dudaklarımız buluşsun
Kuşlarımız uçsun
Gecelerimiz uyusun
Ama biz sadece sarılalım
Bir bacanın içine girelim
Tüm hediyelerimizi ödünç verelim
Teslim olalım tenimize
Işıkları açmayalım
Yüzümüz gözümüz siyahlaşsın
Tüm bunlar olurken
Biz sadece sarılalım
Yenilmeyelim akıllı işlere
Delirelim sarılışlarımıza
İşte bahar olalım
Yağmurlu bir yaprak kadar
Müjdeleyelim gelmişimizi-geçmişimizi
Güzelavrat otlarına!..
Meral Meri
Bana bir baharı getirip müjdele
Bir yağmuru alıp koynuma iliştir
Bir pencere içine yerleşip manzaram ol
Tüm camlarımı kırıp içeri gel
Ve ansızlık ol,kal bir ben vakti kadar
Ve sen vaktini içelim
Dudaklarımız buluşsun
Kuşlarımız uçsun
Gecelerimiz uyusun
Ama biz sadece sarılalım
Bir bacanın içine girelim
Tüm hediyelerimizi ödünç verelim
Teslim olalım tenimize
Işıkları açmayalım
Yüzümüz gözümüz siyahlaşsın
Tüm bunlar olurken
Biz sadece sarılalım
Yenilmeyelim akıllı işlere
Delirelim sarılışlarımıza
İşte bahar olalım
Yağmurlu bir yaprak kadar
Müjdeleyelim gelmişimizi-geçmişimizi
Güzelavrat otlarına!..
Meral Meri
24 Aralık 2013 Salı
Özlem
Özlem
Bir gece,
Gecede bir uyku..
Uykunun içinde ben..
Uyuyorum,
Uykudayım,
Yanımda sen.
Uykumun içinde bir rüya,
Rüyamda bir gece,
Gecede ben..
Bir yere gidiyorum,
Delice..
Aklımda sen.
Ben seni seviyorum,
Gizlice..
El-pençe duruyorum,
Yüzüne bakıyorum,
Söylemeden,
Tek hece.
Seni yitiriyorum
Çok karanlık bir anda..
Birden uyanıyorum,
Bakıyorum aydınlık;
Uyuyorsun yanımda.
Güzelce..
Özdemir Asaf
Bir gece,
Gecede bir uyku..
Uykunun içinde ben..
Uyuyorum,
Uykudayım,
Yanımda sen.
Uykumun içinde bir rüya,
Rüyamda bir gece,
Gecede ben..
Bir yere gidiyorum,
Delice..
Aklımda sen.
Ben seni seviyorum,
Gizlice..
El-pençe duruyorum,
Yüzüne bakıyorum,
Söylemeden,
Tek hece.
Seni yitiriyorum
Çok karanlık bir anda..
Birden uyanıyorum,
Bakıyorum aydınlık;
Uyuyorsun yanımda.
Güzelce..
Özdemir Asaf
23 Aralık 2013 Pazartesi
Etiketler:
aforizma,
edebiyat,
manalı sözler,
Meral Meri,
sevgi,
veda
Meral Meri/Hayata Tutunamayan Harfler
Her cümlem sana takılıyor,nedensiz
Ve ölmüş gibi bana geri
gelmeleri yok mu,
Ve sığınmaları;
Savaş mağduru mültecileri kadar hayfılanmayı dahi unutarak,
Üstelik her biri terapi mağduru
Düşlerini satmamışlığın can havliyle
Düşüyorlar ıslak,nemli,cesur dudaklarından
Halihazır mezarcıklara bir bir.
Meral Meri/Hayata Tutunamayan Harfler
Ve ölmüş gibi bana geri
gelmeleri yok mu,
Ve sığınmaları;
Savaş mağduru mültecileri kadar hayfılanmayı dahi unutarak,
Üstelik her biri terapi mağduru
Düşlerini satmamışlığın can havliyle
Düşüyorlar ıslak,nemli,cesur dudaklarından
Halihazır mezarcıklara bir bir.
Meral Meri/Hayata Tutunamayan Harfler
Meral Meri
Ne zaman ki, gözleriniz boşluğa dalıp gitse
Bedeninizden ve ruhunuzdan bir parça yola koyulup,gidiyor demektir.
[Meral Meri]
Bedeninizden ve ruhunuzdan bir parça yola koyulup,gidiyor demektir.
[Meral Meri]
Etiketler:
aforizma,
art,
beden,
edebiyat,
insan,
manalı söz,
Meral Meri,
ruh,
yol
Sevmek çabamızı icra ederken
Kendimizi süresiz karşı tarafa anlatmak olmamalı
Zira sevmek ,kendimizi çıkarsızca sevmeye benzer
-Meral Meri
Kendimizi süresiz karşı tarafa anlatmak olmamalı
Zira sevmek ,kendimizi çıkarsızca sevmeye benzer
-Meral Meri
Etiketler:
aforizma,
edebiyat,
Meral Meri,
meralmeri,
söz
Meral Meri
Sahip olmadan da nice güzellikler var
Yeter ki tutmak için değil
Mutlu olmak için bakabilin
-Meral Meri
Yeter ki tutmak için değil
Mutlu olmak için bakabilin
-Meral Meri
Etiketler:
aforizma,
edebyat,
Meral Meri,
mutluluk,
söz
Meral Meri/Salyangozdaki Yosunlar
Biri çıkıyor ve tüm karanlıklarınızı yutuyor
Biri çıkıyor ve tüm yaşama dair şeyleri anlatıyor
Biri çıkıyor ve ölümsüz bir gün ilan edip terk ediyor
Biri çıkıyor ve hoşgeldin diyor
Biri çıkıyor ve aldatılmışsın diyor
Biri çıkıyor ve iyi oyuncusun diyor
Biri çıkıyor ve hayat çok ters, bindiğimiz bir yer diyor
Biri çıkıyor ve nerede olduğumu unuttum diyor
Biri çıkıyor ve erken doğum acısıyım diyor
Biri çıkıyor ve "küçük kız ağlama sen" diyor
Biri çıkıyor ve altı kalsın diyor.
Biri çıkıyor ve "Bir olup yaşayalım mı hep birlikte?" diyor
Biri çıkıyor ve hayır hayır, kutlama bizi ,kurtuluş yok ki."diyor
Biri çıkmıyor ve bir sıfırın içine gizlenmiş dairesel çizgilerin perspektifine
Bizi davet ediyor.
Çıplak bir adamın yalnızlığına sokulup,kadının göz yaşlarını
Sahneye bırakıyor.
Ve sıfır diyor ki: Hey!Uyanın artık!Ve kaç resim biriktirdiniz?
Kaç kez o resimlere yeniden dönebildiniz?
Hey hey! Uyanın ,resimler canlanıyor,yeter ki siz uyanın!
...
Meral Meri/Salyangozdaki Yosunlar
Biri çıkıyor ve tüm yaşama dair şeyleri anlatıyor
Biri çıkıyor ve ölümsüz bir gün ilan edip terk ediyor
Biri çıkıyor ve hoşgeldin diyor
Biri çıkıyor ve aldatılmışsın diyor
Biri çıkıyor ve iyi oyuncusun diyor
Biri çıkıyor ve hayat çok ters, bindiğimiz bir yer diyor
Biri çıkıyor ve nerede olduğumu unuttum diyor
Biri çıkıyor ve erken doğum acısıyım diyor
Biri çıkıyor ve "küçük kız ağlama sen" diyor
Biri çıkıyor ve altı kalsın diyor.
Biri çıkıyor ve "Bir olup yaşayalım mı hep birlikte?" diyor
Biri çıkıyor ve hayır hayır, kutlama bizi ,kurtuluş yok ki."diyor
Biri çıkmıyor ve bir sıfırın içine gizlenmiş dairesel çizgilerin perspektifine
Bizi davet ediyor.
Çıplak bir adamın yalnızlığına sokulup,kadının göz yaşlarını
Sahneye bırakıyor.
Ve sıfır diyor ki: Hey!Uyanın artık!Ve kaç resim biriktirdiniz?
Kaç kez o resimlere yeniden dönebildiniz?
Hey hey! Uyanın ,resimler canlanıyor,yeter ki siz uyanın!
...
Meral Meri/Salyangozdaki Yosunlar
Etiketler:
art,
düz şiir,
düz yazı,
edebiyat,
Meral Meri,
Salyangozdaki Yosunlar,
şiir
Meral Meri/ Mavi Masalımın Yeşil kırıntıları
Bakışlarıma yerleşen o devasa yaşlı çizgileri önce siliyorum
Sonra ne mi yapıyorum?
Tamamen küsmeksizin önce kendime sonra sizlere tebessümler sarkıtıyorum
Ama öyle yaşlıca değil ha,
Çok delikanlı vede genç kız gibi.
Meral Meri/ Mavi Masalımın Yeşil kırıntıları/
Sonra ne mi yapıyorum?
Tamamen küsmeksizin önce kendime sonra sizlere tebessümler sarkıtıyorum
Ama öyle yaşlıca değil ha,
Çok delikanlı vede genç kız gibi.
Meral Meri/ Mavi Masalımın Yeşil kırıntıları/
Meral Meri/ Mavi Masalımın Yeşil kırıntıları/
Şu dolu dolu mutlulukları küçücük şeylere borçlu olduğumuzu iyi ki biliyoruz
Ki zaten şu kadarcık şeyin adı dünyada hep aynı isimden, ve dilden ibaret
Ne güzel! Kutlamalı insan nice nice kendini!
Meral Meri/ Mavi Masalımın Yeşil kırıntıları/
Ki zaten şu kadarcık şeyin adı dünyada hep aynı isimden, ve dilden ibaret
Ne güzel! Kutlamalı insan nice nice kendini!
Meral Meri/ Mavi Masalımın Yeşil kırıntıları/
Meral Meri
Hayatta en sevmediğim şey, kaba saba dile yerleşen üslublardır!
Zira kendimi o an ,mayın tarlasına düşmüş, ama kurtulamaış bir can gibi görüyorum.
Ne acı!..
(Meral Meri)
Zira kendimi o an ,mayın tarlasına düşmüş, ama kurtulamaış bir can gibi görüyorum.
Ne acı!..
(Meral Meri)
Louis Aragon
Hayatı ne önemse, ne de hafife al. Onursuz birliktelikler yerine,
Onurlu bir yalnızlık yaşa sadece.
Louis Aragon
Onurlu bir yalnızlık yaşa sadece.
Louis Aragon
Louis Aragon
Beni sev ya da benden nefret et, ikisi de benim yararıma.
Seversen hep kalbinde olurum. Nefret edersen hep aklında.
Louis Aragon
Seversen hep kalbinde olurum. Nefret edersen hep aklında.
Louis Aragon
Malcolm X -Alex Haley
Amerika'nın bünyesine uğursuz bir kurt gibi giren ırkçılık
Kanserinin kökünü kurutabilecek bir gerçeğin mayasını tutturmuş olarak,
Fersiz de olsa bir ışık bırakarak ölürsem, ne mutlu bana.
Bu takdirde, şan Allah'a özgüdür.
Benim olan tek şeyse, günahlarımdır.
Malcolm X -Alex Haley
Kanserinin kökünü kurutabilecek bir gerçeğin mayasını tutturmuş olarak,
Fersiz de olsa bir ışık bırakarak ölürsem, ne mutlu bana.
Bu takdirde, şan Allah'a özgüdür.
Benim olan tek şeyse, günahlarımdır.
Malcolm X -Alex Haley
Life Is Beautiful
Etiketler:
aforizma,
aşk,
edebiyat,
Life Is Beautiful,
manalı söz,
Meral Meri,
sevgi,
söz
22 Aralık 2013 Pazar
Meral Meri/Salyangozdaki Yosunlar
İyi, kötü olunca kıymetlidir ,siz bunu çok iyi biliyorsunuz
Yine bildiğiniz bir gerçeği sizlerin huzuruna takdim ederim ki
Bazı gerçekler sizi sizden ederler ,bu gerçekler bazen
Aydınlık bir yol sürer, bazende sadece dolunay eşlik eder
Sonuç itibariyle kusursuz bir düzeneğin içinde
Bir yol yürüyecek kalbiniz, ve aklınız mevcuttur
Buda gösterir ki siz size ,ve o yollara daima ihtiyaç duyacaksınız
En başta da kendinize ihtiyaç duyacaksınız
O'yüzden hatalarınızı dışlayarak ,eciş bücüş bir şey mişcesine
Toplumun gözlerinden kaçırmaksızın ,sevgiyle olmasa bile
Hoşgörüyle eksiklikleri doldurabilirsiniz.
Meral Meri/Salyangozdaki Yosunlar
Yine bildiğiniz bir gerçeği sizlerin huzuruna takdim ederim ki
Bazı gerçekler sizi sizden ederler ,bu gerçekler bazen
Aydınlık bir yol sürer, bazende sadece dolunay eşlik eder
Sonuç itibariyle kusursuz bir düzeneğin içinde
Bir yol yürüyecek kalbiniz, ve aklınız mevcuttur
Buda gösterir ki siz size ,ve o yollara daima ihtiyaç duyacaksınız
En başta da kendinize ihtiyaç duyacaksınız
O'yüzden hatalarınızı dışlayarak ,eciş bücüş bir şey mişcesine
Toplumun gözlerinden kaçırmaksızın ,sevgiyle olmasa bile
Hoşgörüyle eksiklikleri doldurabilirsiniz.
Meral Meri/Salyangozdaki Yosunlar
Etiketler:
aforizma,
ağaç,
edebiyat,
Meral Meri,
piano,
Salyangozdaki Yosunlar,
söz,
şiir,
yosun
Don Juan
Don Juan
Kulağına fısıldar aşk hırsızı
Yetinmeyi bilmeyen ,gaddar bir dilenci
Vadinin diğer bir ucunda
İncir ağacı içinde ,küçüktür onun evi
Biraz hassas ,biraz içine kapanık
Gizli bir pencere ardında ejderhadır o
Herkes onu tanıyor
Adına Don Juan, diyorlar
Vadinin diğer bir ucunda
İncir ağacı içinde hırsını ateşe veriyor
Sevişiyor elbisesi içinde bir kadınla
Sarmaş dolaş ,kışın kucağına değin sürüklüyor dehasını
Biraz hassas ,biraz içine kapanık
Gizli bir pencere ardında ,nefesi buğu oluyor
Ateş kızılı kadının dudağından, bir lokma alır
Kalbine nazikçe yerleştirir
Devasa kalpçiklerine bir yenisi daha eklenir
Soylu ve asil bir hırsızdır o
Yetinmeyi bilmeyen ,gaddar bir dilenciden de öteye geçiyor
Erik ağaçları mevsime boyun bükmüş-
Salkım söğütlere dönmüş, o erik ağacı gibi
Kuru bir gün içine hapsediyor kendini
Herkes onu tanıyor
Adına Don Juan, diyorlar
Siyah saçlı ,derin bakışlı
Omuzları dik ,vede pek hırçın bir deniz
Keskin, intikamcı bakışları
Hassas ruhunu incitiyor
Sonra sonra,bir kadın karanlığı gibi
Gözlere çekilen mil gibi
Körleşerek ayrılıyor aramızdan
Ve herkes onu tanıyor
Adına Don Juan, diyorlar
Vadinin diğer bir ucunda
İncir ağacı içinde, cansız bedenini
Ve kadının ateşli dudakları arasında
Sonsuzluğa uğurlanırken
Küçük bir not sıkıştırmış ısısı düşen avucuna;
"Bir notanın tınısı içinde ağır ağır,gitmek istiyorum.
Sevişen yüzleri görür müyüm bilmem bir daha?"
Kalbinin bir bölümünden akan kanlar ,tüm odayı doldururken
Apaçık dolunay, kanları kızıl bir şerbet gibi, seriyor önümüze
Bizim gözlerimiz açık,ve selamlıyor kahramanını dolunay
O tam bir kadirşinastır, dercesine
Üzerine krizantem çiçekleri serpiyor
Çünkü gelenektir bizim buralarda
Ölümsüz ruhların üzerine
Daima krizantem serpiştirirler
Doğum gerçekleşsin ve acı çekmesin diye
Ve biz onu tanıdık
Adı Don Juan'dı
Kalp hırsızı ,küçük serçe,ve incir ağacı.
(Meral Meri)
Kulağına fısıldar aşk hırsızı
Yetinmeyi bilmeyen ,gaddar bir dilenci
Vadinin diğer bir ucunda
İncir ağacı içinde ,küçüktür onun evi
Biraz hassas ,biraz içine kapanık
Gizli bir pencere ardında ejderhadır o
Herkes onu tanıyor
Adına Don Juan, diyorlar
Vadinin diğer bir ucunda
İncir ağacı içinde hırsını ateşe veriyor
Sevişiyor elbisesi içinde bir kadınla
Sarmaş dolaş ,kışın kucağına değin sürüklüyor dehasını
Biraz hassas ,biraz içine kapanık
Gizli bir pencere ardında ,nefesi buğu oluyor
Ateş kızılı kadının dudağından, bir lokma alır
Kalbine nazikçe yerleştirir
Devasa kalpçiklerine bir yenisi daha eklenir
Soylu ve asil bir hırsızdır o
Yetinmeyi bilmeyen ,gaddar bir dilenciden de öteye geçiyor
Erik ağaçları mevsime boyun bükmüş-
Salkım söğütlere dönmüş, o erik ağacı gibi
Kuru bir gün içine hapsediyor kendini
Herkes onu tanıyor
Adına Don Juan, diyorlar
Siyah saçlı ,derin bakışlı
Omuzları dik ,vede pek hırçın bir deniz
Keskin, intikamcı bakışları
Hassas ruhunu incitiyor
Sonra sonra,bir kadın karanlığı gibi
Gözlere çekilen mil gibi
Körleşerek ayrılıyor aramızdan
Ve herkes onu tanıyor
Adına Don Juan, diyorlar
Vadinin diğer bir ucunda
İncir ağacı içinde, cansız bedenini
Ve kadının ateşli dudakları arasında
Sonsuzluğa uğurlanırken
Küçük bir not sıkıştırmış ısısı düşen avucuna;
"Bir notanın tınısı içinde ağır ağır,gitmek istiyorum.
Sevişen yüzleri görür müyüm bilmem bir daha?"
Kalbinin bir bölümünden akan kanlar ,tüm odayı doldururken
Apaçık dolunay, kanları kızıl bir şerbet gibi, seriyor önümüze
Bizim gözlerimiz açık,ve selamlıyor kahramanını dolunay
O tam bir kadirşinastır, dercesine
Üzerine krizantem çiçekleri serpiyor
Çünkü gelenektir bizim buralarda
Ölümsüz ruhların üzerine
Daima krizantem serpiştirirler
Doğum gerçekleşsin ve acı çekmesin diye
Ve biz onu tanıdık
Adı Don Juan'dı
Kalp hırsızı ,küçük serçe,ve incir ağacı.
(Meral Meri)
Etiketler:
aşk,
dolunay,
Don Juan,
duygusal,
edebiyat,
ejderha,
Frédéric Chopin,
incir ağacı,
kış,
krizantem,
la seine nehr paris,
melodi,
Meral Meri,
Nocturne,
ruh,
serçe,
sevgi,
şiir,
vadi
Meral Meri/Eski Yel Değirmeninden Notlar
İnsanlar geçmişi sadece çocukluk anıları kadar saf olduğu zamanları, yinelemek isterler.
Fakat o çocukluk anıları hiçbir vakit yeşermediğinden dolayı ,daima koltuk değneklerine yaslanıp
Tak tak tak,diye bir ses, kırıp dökebilir sizi,bu olunca canınız acımasın.
Zira hiç kimse ne büyüklük taslayacak kadar büyüktür karşınızda,
Nede siz küçük kalırsınız geçmişteki hatalarınıza ve hatıralarınıza.
Meral Meri/Eski Yel Değirmeninden Notlar
Fakat o çocukluk anıları hiçbir vakit yeşermediğinden dolayı ,daima koltuk değneklerine yaslanıp
Tak tak tak,diye bir ses, kırıp dökebilir sizi,bu olunca canınız acımasın.
Zira hiç kimse ne büyüklük taslayacak kadar büyüktür karşınızda,
Nede siz küçük kalırsınız geçmişteki hatalarınıza ve hatıralarınıza.
PİRAYE İÇİN YAZILMIŞ : SAAT 21-22 ŞİİRLERİ
PİRAYE İÇİN YAZILMIŞ :
SAAT 21-22 ŞİİRLERİ
Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
Ne güzel şey hatırlamak seni :
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti :
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...
Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...
Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...
Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
20 Eylül 1945
Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan...
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar...
21 Eylül 1945
Oğlumuz hasta,
babası hapiste,
senin yorgun ellerinde ağır başın,
dünyanın hali gibi halimiz...
İnsanlar, daha güzel günlere insanları taşır,
oğlumuz iyileşir,
babası çıkar hapisten,
güler senin altın gözlerinin içi,
dünyanın hali gibi halimiz...
22 Eylül 1945
Kitap okurum :
içinde sen varsın,
şarkı dinlerim :
içinde sen.
Oturdum ekmeğimi yerim :
karşımda sen oturursun,
çalışırım :
karşımda sen.
Sen ki, her yerde «hâzırı nâzır»ımsın,
konuşamayız seninle,
duyamayız sesini birbirimizin :
sen benim sekiz yıldır dul karımsın...
23 Eylül 1945
O şimdi ne yapıyor
şu anda şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir,
— hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!...—
O şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
— her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi ayaklar!...—
Ve ne düşünüyor
beni mi?
Yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?
O şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi, şimdi?...
24 Eylül 1945
En güzel deniz :
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk :
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
henüz söylememiş olduğum sözdür...
25 Eylül 1945
Saat 21.
Meydan yerinde kampana vurdu,
nerdeyse koğuşların kapıları kapanır.
Bu sefer hapislik uzun sürdü biraz :
8 yıl...
Yaşamak : ümitli bir iştir, sevgilim,
yaşamak :
seni sevmek gibi ciddî bir iştir...
26 Eylül 1945
Bizi esir ettiler,
bizi hapse attılar :
beni duvarların içinde,
seni duvarların dışında.
Ufak iş bizimkisi.
Asıl en kötüsü :
bilerek, bilmeyerek
hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...
İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,
namuslu, çalışkan, iyi insanlar
ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık...
30 Eylül 1945
Seni düşünmek güzel şey
ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum...
1 Ekim 1945
Dağın üstünde :
akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde.
Bugün de :
sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de.
Birazdan açar
kırmızı kırmızı :
gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı.
Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar
vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı...
2 Ekim 1945
Rüzgâr akar gider,
aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla.
Ağaçta kuşlar cıvıldaşır :
kanatlar uçmak ister.
Kapı kapalı :
zorlayıp açmak ister.
Ben seni isterim :
senin gibi güzel,
dost
ve sevgili olsun hayat...
Biliyorum henüz bitmedi
sefaletin ziyafeti...
Bitecek fakat...
5 Ekim 1945
İkimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğrettiler :
aç kalmayı, üşümeyi,
yorgunluğu ölesiye
ve birbirimizden ayrı düşmeyi.
Henüz öldürmek zorunda bırakılmadık
ve öldürülmek işi geçmedi başımızdan.
İkimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğretebiliriz :
dövüşmeyi insanlarımız için
ve her gün biraz daha candan
biraz daha iyi
sevmeyi...
6 Ekim 1945
Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır.
Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.
Yürek kirpiklerin ucunda
uzayıp giden toprak uğurlanır.
Benim bağırasım gelir : — «P î r â y e ,
P î r â y e !...» — diye...
7 Ekim 1945
İnsan çığlıkları geçti geceleyin açık denizleri
rüzgâr-
-larla.
Dolaşmak tehlikeli hâlâ
geceleyin açık denizleri...
Altı yıldır sürülmedi bu tarla,
duruyor olduğu gibi tank paletlerinin izleri.
Tank paletlerinin izleri
kapanır bu kış karla.
Ah, gözümün nuru, gözümün nuru,
yine yalan söylüyor antenler :
alın teri tacirleri kapatabilsin diye defteri yüzde yüz kârla.
Fakat Ezrailin sofrasından dönenler
döndüler verilmiş kararlarla...
8 Ekim 1945
Çekilmez bir adam oldum yine :
uykusuz, aksi, nâlet.
Bir bakıyorsun ki
ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum,
sonra bir de bakıyorsun ki
ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü
sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün.
Ve beni çileden çıkartıyor büsbütün
kendime karşı duyduğum nefret
ve merhamet...
Çekilmez bir adam oldum yine :
uykusuz, aksi, nâlet.
Yine her seferki gibi haksızım.
Sebep yok,
olması da imkânsız.
Bu yaptığım iş ayıp
rezalet.
Fakat elimde değil
seni kıskanıyorum
beni affet...
9 Ekim 1945
Dün gece rüyama girdin :
dizimin dibinde oturuyormuşun.
Başını kaldırdın, kocaman, sarı gözlerini bana çevirdin.
Bir şeyler soruyormuşun.
Islak dudakların kapanıp açılıyor,
sesini duymuyorum ama.
Gecenin içinde bir yerlerde aydınlık bir haber gibi saat çalıyor.
Havada fısıltısı başsızlığın ve sonsuzluğun.
Kırmızı kafesinde, kanaryamın : «Memo»mun türküsü,
sürülmüş bir tarlada toprağı itip yükselen tohumların çıtırdısı
ve bir kalabalığın haklı ve muzaffer uğultusu geliyor kulağıma.
Senin ıslak dudakların hep öyle açılıp kapanıyor
sesini duymuyorum ama...
Kahrederek uyandım.
Kitabın üstünde uyuyakalmışım meğer.
Düşünüyorum :
yoksa senin miydi bütün o sesler?
10 Ekim 1945
Gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum...
Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedî madde gibi gözlerin :
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiçbir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan...
18 Ekim 1945
Kale kapısından çıkarken ölümle buluşmak üzre,
son defa dönüp baktığımızda şehre,
sevgilim, şu sözleri söyleyebileceğiz :
«— Pek de öyle güldürmedinse de yüzümüzü,
çalıştık gücümüzün yettiği kadar
seni bahtiyar
kılalım diye.
Devam ediyor bahtiyarlığa doğru gidişin,
devam ediyor hayat.
İçimiz rahat,
gönlümüzde hak edilmiş ekmeğine doymuşluk,
gözümüzde ışığından ayrılmanın kederi,
işte geldik gidiyoruz
şen olasın Halep şehri...»
27 Ekim 1945
Bir elmanın yarısı biz
yarısı bu koskoca dünya.
Bir elmanın yarısı biz
yarısı insanlarımız.
Bir elmanın yarısı sen
yarısı ben
ikimiz...
28 Ekim 1945
Itır saksısında artan koku,
denizlerde uğultular
ve işte dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar...
Sevgilim,
yaş kemâlini buldu.
Bana öyle gelir ki
belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan.
Ama biz hâlâ
güneşin altında el ele yalnayak koşan
hayran gözlü çocuklarız...
5 Kasım 1945
Çiçekli badem ağaçlarını unut.
Değmez,
bu bahiste
geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
Islak saçlarını güneşte kurut :
olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
nemli, ağır kızıltılar...
Sevgilim, sevgilim,
mevsim
sonbahar...
8 Kasım 1945
Uzaktaki şehrimin damları üzerinden
ve Marmara denizinin dibinden geçip
sonbahar topraklarını aşarak
olgun ve ıslak
geldi sesin.
Bu, üç dakikalık bir zamandı.
Sonra, telefon simsiyah kapandı...
12 Kasım 1945
Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu
son lodoslar esmeye başladı.
Havayı dinliyorum :
nabız yavaşladı.
Uludağda, zirvede kar
ve Kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır
kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar.
Ovada kavaklar soyunuyor.
İpekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek,
sonbahar bitti bitecek,
nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak.
Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz :
büyük öfkemizin içinde
ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak...
13 Kasım 1945
Tarif kabul etmez, — diyorlar, — İstanbulun sefaleti,
milleti, — diyorlar, — kırıp geçirdi açlık,
verem illeti, — diyorlar, — diz boyu.
Şu kadarcık kız çocuklarını, — diyorlar, —
yangın yerlerinde, sinema localarında...
. . . . .
. . . . . . . . .
Kara haberler geliyor uzaktaki şehrimden :
namuslu, çalışkan, fakir insanların şehri —
sahici İstanbulum,
sevgilim, senin mekânın olan
ve nereye sürülsem, hangi hapiste yatsam
sırtımda, torbamın içinde götürdüğüm
ve evlât acısı gibi yüreğimde,
senin hayalin gibi gözlerimde taşıdığım şehir...
20 Kasım 1945
Saksılarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da
ovada güz nadasları yapıldı çoktan,
tohum saçılıyor.
Ve zeytin devşirilmekte.
Bir yandan kışa girilmekte,
bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.
Bense hasretinle dolu
ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü
yatıyorum demirli bir şilep gibi Bursada...
1945 yılı Aralık ayının dördü
İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,
giyin, kuşan,
benze bahar ağaçlarına...
Hapisten
mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
ne münasebet,
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmetin
kadını...
5 Aralık 1945
Delindi sintine,
esirler parçalamakta pırangaları.
Yıldız-poyrazdır esen,
tekneyi kayaların üstüne atacak.
Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır,
taş çatlasa batacak.
Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem
kuracağız Pirâyem...
6 Aralık 1945
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
— çürüyen diş, dökülen et —,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet...
7 Aralık 1945
Bursada havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir-köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman...
12 Aralık 1945
Ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta :
pul pul altın
bakır
tunç ve tahta...
Öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık.
Ve dağlar dumana batık
kurşunî, sırılsıklam...
Tamam,
sonbahar belki bugün bitti artık.
Yaban kazları hızla gelip geçti demin
herhal İznik gölüne gidiyorlar.
Havada serin
havada is kokusu gibi bir şey :
havada kar kokusu var...
Şimdi dışarda olmak,
dörtnala sürmek dağlara doğru atı.
«— Ata binmesini de bilmezsin,» —- diyeceksin ama
şakayı bırak ve kıskanma,
yeni bir huy edindim hapiste :
seni sevdiğim kadar değilse de
hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı...
Ve ikiniz de uzaktasınız...
13 Aralık 1945
Gece kar birdenbire bastırmış.
Bembeyaz dallardan dağılan kargalarla başladı sabah.
Göz alabildiğine Bursa ovasında kış :
başsızlık ve sonsuzluk geliyor akla.
Sevgilim,
değişti mevsim
çekişen gelişmelerden sonra bir sıçramakla.
Ve karın altında mağrur
hamarat
sürüp gidiyor hayat...
14 Aralık 1945
Hay aksi lânet, fena bastırdı kış...
Sen ve namuslu İstanbulum ne haldesiniz kim bilir?
Kömürün var mı?
Odun alabildin mi?
Camların kıyısına gazete kâadı yapıştır.
Gece erkenden yatağa gir.
Evde de satılacak bir şey kalmamıştır.
Yarı aç, yarı tok üşümek :
dünyada, memleketimizde ve şehrimizde
bu işte de çoğunluk bizde...
SAAT 21-22 ŞİİRLERİ
Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
Ne güzel şey hatırlamak seni :
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti :
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...
Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...
Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...
Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
20 Eylül 1945
Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan...
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar...
21 Eylül 1945
Oğlumuz hasta,
babası hapiste,
senin yorgun ellerinde ağır başın,
dünyanın hali gibi halimiz...
İnsanlar, daha güzel günlere insanları taşır,
oğlumuz iyileşir,
babası çıkar hapisten,
güler senin altın gözlerinin içi,
dünyanın hali gibi halimiz...
22 Eylül 1945
Kitap okurum :
içinde sen varsın,
şarkı dinlerim :
içinde sen.
Oturdum ekmeğimi yerim :
karşımda sen oturursun,
çalışırım :
karşımda sen.
Sen ki, her yerde «hâzırı nâzır»ımsın,
konuşamayız seninle,
duyamayız sesini birbirimizin :
sen benim sekiz yıldır dul karımsın...
23 Eylül 1945
O şimdi ne yapıyor
şu anda şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir,
— hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!...—
O şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
— her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi ayaklar!...—
Ve ne düşünüyor
beni mi?
Yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?
O şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi, şimdi?...
24 Eylül 1945
En güzel deniz :
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk :
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
henüz söylememiş olduğum sözdür...
25 Eylül 1945
Saat 21.
Meydan yerinde kampana vurdu,
nerdeyse koğuşların kapıları kapanır.
Bu sefer hapislik uzun sürdü biraz :
8 yıl...
Yaşamak : ümitli bir iştir, sevgilim,
yaşamak :
seni sevmek gibi ciddî bir iştir...
26 Eylül 1945
Bizi esir ettiler,
bizi hapse attılar :
beni duvarların içinde,
seni duvarların dışında.
Ufak iş bizimkisi.
Asıl en kötüsü :
bilerek, bilmeyerek
hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...
İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,
namuslu, çalışkan, iyi insanlar
ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık...
30 Eylül 1945
Seni düşünmek güzel şey
ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum...
1 Ekim 1945
Dağın üstünde :
akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde.
Bugün de :
sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de.
Birazdan açar
kırmızı kırmızı :
gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı.
Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar
vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı...
2 Ekim 1945
Rüzgâr akar gider,
aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla.
Ağaçta kuşlar cıvıldaşır :
kanatlar uçmak ister.
Kapı kapalı :
zorlayıp açmak ister.
Ben seni isterim :
senin gibi güzel,
dost
ve sevgili olsun hayat...
Biliyorum henüz bitmedi
sefaletin ziyafeti...
Bitecek fakat...
5 Ekim 1945
İkimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğrettiler :
aç kalmayı, üşümeyi,
yorgunluğu ölesiye
ve birbirimizden ayrı düşmeyi.
Henüz öldürmek zorunda bırakılmadık
ve öldürülmek işi geçmedi başımızdan.
İkimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğretebiliriz :
dövüşmeyi insanlarımız için
ve her gün biraz daha candan
biraz daha iyi
sevmeyi...
6 Ekim 1945
Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır.
Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.
Yürek kirpiklerin ucunda
uzayıp giden toprak uğurlanır.
Benim bağırasım gelir : — «P î r â y e ,
P î r â y e !...» — diye...
7 Ekim 1945
İnsan çığlıkları geçti geceleyin açık denizleri
rüzgâr-
-larla.
Dolaşmak tehlikeli hâlâ
geceleyin açık denizleri...
Altı yıldır sürülmedi bu tarla,
duruyor olduğu gibi tank paletlerinin izleri.
Tank paletlerinin izleri
kapanır bu kış karla.
Ah, gözümün nuru, gözümün nuru,
yine yalan söylüyor antenler :
alın teri tacirleri kapatabilsin diye defteri yüzde yüz kârla.
Fakat Ezrailin sofrasından dönenler
döndüler verilmiş kararlarla...
8 Ekim 1945
Çekilmez bir adam oldum yine :
uykusuz, aksi, nâlet.
Bir bakıyorsun ki
ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum,
sonra bir de bakıyorsun ki
ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü
sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün.
Ve beni çileden çıkartıyor büsbütün
kendime karşı duyduğum nefret
ve merhamet...
Çekilmez bir adam oldum yine :
uykusuz, aksi, nâlet.
Yine her seferki gibi haksızım.
Sebep yok,
olması da imkânsız.
Bu yaptığım iş ayıp
rezalet.
Fakat elimde değil
seni kıskanıyorum
beni affet...
9 Ekim 1945
Dün gece rüyama girdin :
dizimin dibinde oturuyormuşun.
Başını kaldırdın, kocaman, sarı gözlerini bana çevirdin.
Bir şeyler soruyormuşun.
Islak dudakların kapanıp açılıyor,
sesini duymuyorum ama.
Gecenin içinde bir yerlerde aydınlık bir haber gibi saat çalıyor.
Havada fısıltısı başsızlığın ve sonsuzluğun.
Kırmızı kafesinde, kanaryamın : «Memo»mun türküsü,
sürülmüş bir tarlada toprağı itip yükselen tohumların çıtırdısı
ve bir kalabalığın haklı ve muzaffer uğultusu geliyor kulağıma.
Senin ıslak dudakların hep öyle açılıp kapanıyor
sesini duymuyorum ama...
Kahrederek uyandım.
Kitabın üstünde uyuyakalmışım meğer.
Düşünüyorum :
yoksa senin miydi bütün o sesler?
10 Ekim 1945
Gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum...
Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedî madde gibi gözlerin :
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiçbir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan...
18 Ekim 1945
Kale kapısından çıkarken ölümle buluşmak üzre,
son defa dönüp baktığımızda şehre,
sevgilim, şu sözleri söyleyebileceğiz :
«— Pek de öyle güldürmedinse de yüzümüzü,
çalıştık gücümüzün yettiği kadar
seni bahtiyar
kılalım diye.
Devam ediyor bahtiyarlığa doğru gidişin,
devam ediyor hayat.
İçimiz rahat,
gönlümüzde hak edilmiş ekmeğine doymuşluk,
gözümüzde ışığından ayrılmanın kederi,
işte geldik gidiyoruz
şen olasın Halep şehri...»
27 Ekim 1945
Bir elmanın yarısı biz
yarısı bu koskoca dünya.
Bir elmanın yarısı biz
yarısı insanlarımız.
Bir elmanın yarısı sen
yarısı ben
ikimiz...
28 Ekim 1945
Itır saksısında artan koku,
denizlerde uğultular
ve işte dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar...
Sevgilim,
yaş kemâlini buldu.
Bana öyle gelir ki
belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan.
Ama biz hâlâ
güneşin altında el ele yalnayak koşan
hayran gözlü çocuklarız...
5 Kasım 1945
Çiçekli badem ağaçlarını unut.
Değmez,
bu bahiste
geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
Islak saçlarını güneşte kurut :
olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
nemli, ağır kızıltılar...
Sevgilim, sevgilim,
mevsim
sonbahar...
8 Kasım 1945
Uzaktaki şehrimin damları üzerinden
ve Marmara denizinin dibinden geçip
sonbahar topraklarını aşarak
olgun ve ıslak
geldi sesin.
Bu, üç dakikalık bir zamandı.
Sonra, telefon simsiyah kapandı...
12 Kasım 1945
Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu
son lodoslar esmeye başladı.
Havayı dinliyorum :
nabız yavaşladı.
Uludağda, zirvede kar
ve Kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır
kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar.
Ovada kavaklar soyunuyor.
İpekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek,
sonbahar bitti bitecek,
nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak.
Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz :
büyük öfkemizin içinde
ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak...
13 Kasım 1945
Tarif kabul etmez, — diyorlar, — İstanbulun sefaleti,
milleti, — diyorlar, — kırıp geçirdi açlık,
verem illeti, — diyorlar, — diz boyu.
Şu kadarcık kız çocuklarını, — diyorlar, —
yangın yerlerinde, sinema localarında...
. . . . .
. . . . . . . . .
Kara haberler geliyor uzaktaki şehrimden :
namuslu, çalışkan, fakir insanların şehri —
sahici İstanbulum,
sevgilim, senin mekânın olan
ve nereye sürülsem, hangi hapiste yatsam
sırtımda, torbamın içinde götürdüğüm
ve evlât acısı gibi yüreğimde,
senin hayalin gibi gözlerimde taşıdığım şehir...
20 Kasım 1945
Saksılarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da
ovada güz nadasları yapıldı çoktan,
tohum saçılıyor.
Ve zeytin devşirilmekte.
Bir yandan kışa girilmekte,
bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.
Bense hasretinle dolu
ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü
yatıyorum demirli bir şilep gibi Bursada...
1945 yılı Aralık ayının dördü
İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,
giyin, kuşan,
benze bahar ağaçlarına...
Hapisten
mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
ne münasebet,
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmetin
kadını...
5 Aralık 1945
Delindi sintine,
esirler parçalamakta pırangaları.
Yıldız-poyrazdır esen,
tekneyi kayaların üstüne atacak.
Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır,
taş çatlasa batacak.
Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem
kuracağız Pirâyem...
6 Aralık 1945
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
— çürüyen diş, dökülen et —,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet...
7 Aralık 1945
Bursada havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir-köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman...
12 Aralık 1945
Ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta :
pul pul altın
bakır
tunç ve tahta...
Öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık.
Ve dağlar dumana batık
kurşunî, sırılsıklam...
Tamam,
sonbahar belki bugün bitti artık.
Yaban kazları hızla gelip geçti demin
herhal İznik gölüne gidiyorlar.
Havada serin
havada is kokusu gibi bir şey :
havada kar kokusu var...
Şimdi dışarda olmak,
dörtnala sürmek dağlara doğru atı.
«— Ata binmesini de bilmezsin,» —- diyeceksin ama
şakayı bırak ve kıskanma,
yeni bir huy edindim hapiste :
seni sevdiğim kadar değilse de
hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı...
Ve ikiniz de uzaktasınız...
13 Aralık 1945
Gece kar birdenbire bastırmış.
Bembeyaz dallardan dağılan kargalarla başladı sabah.
Göz alabildiğine Bursa ovasında kış :
başsızlık ve sonsuzluk geliyor akla.
Sevgilim,
değişti mevsim
çekişen gelişmelerden sonra bir sıçramakla.
Ve karın altında mağrur
hamarat
sürüp gidiyor hayat...
14 Aralık 1945
Hay aksi lânet, fena bastırdı kış...
Sen ve namuslu İstanbulum ne haldesiniz kim bilir?
Kömürün var mı?
Odun alabildin mi?
Camların kıyısına gazete kâadı yapıştır.
Gece erkenden yatağa gir.
Evde de satılacak bir şey kalmamıştır.
Yarı aç, yarı tok üşümek :
dünyada, memleketimizde ve şehrimizde
bu işte de çoğunluk bizde...
Meral Meri/Salyangozdaki Yosunlar
Umutları taşıyabilir misin kalbim?
Bu kovalar dolusu umudu, yaşlı yağmurlara mı defnedeceksin?
Canını mı yakacaksın?
Ama olmaz ki, yuvam acır sonra,kanarım bir sel gibi gözünün çukuruna.
Meral Meri/Salyangozdaki Yosunlar
Bu kovalar dolusu umudu, yaşlı yağmurlara mı defnedeceksin?
Canını mı yakacaksın?
Ama olmaz ki, yuvam acır sonra,kanarım bir sel gibi gözünün çukuruna.
Meral Meri/Salyangozdaki Yosunlar
Etiketler:
aforizma,
art,
can,
edebiyat,
kova,
Meral Meri,
meralmeri,
Salyangozdaki Yosunlar,
sel,
söz,
şiir,
umut,
yağmur,
yuva
21 Aralık 2013 Cumartesi
Meral Meri
Bir insan size başlangıç gibi bir son ile
Yabancılaştırmadan sizde kalıp gitmişse eğer,
Onun için oluşum tamamlanmış, ve tükenmiştir.
Etiketler:
aforizma,
art,
başlangıç,
edebiyat,
gitmek,
insan,
masa ve çiçek,
Meral Mer,
meralmeri,
sanat,
söz,
table and flower,
tükenmek,
yabancı
Paris
İstanbul, Türkiye
20 Aralık 2013 Cuma
Aforizmalar
Senin uyandığında gölgeler çoktan kalkıp gitmiş olacak
Yine sen beni, ben de seni saracağız böyle kuşlar gibi sıcacık
[Meral Meri]
Yine sen beni, ben de seni saracağız böyle kuşlar gibi sıcacık
[Meral Meri]
ILIK ILIK ÖZGÜRLÜK
ILIK ILIK ÖZGÜRLÜK
Ah!Benim güzel çocukluğum
Sen ne güzel bir yaşamsalsın ki
Böyle kolum kanadım
Ilık ılık özgürlük topluyor senden
Var ol, kal böyle
Yandaşım ,yoldaşım ol
Bak! Ne büyük acılar büyütüyor yaşlılıklar
Sen kal böyle,
Çare ol,yasla başını omzuma
Ki haykırış ol ,ve yakış bana
Ses ol,şu çadaşsızlığa!
Kal be çocuk -kal içimde
Parmaklıklardan öteye geç
Gir içime ,çığlık at özgürlüğe
İşte böyle kal ben de ılık ılık.
(Meral Meri)
12.12.13.
Ah!Benim güzel çocukluğum
Sen ne güzel bir yaşamsalsın ki
Böyle kolum kanadım
Ilık ılık özgürlük topluyor senden
Var ol, kal böyle
Yandaşım ,yoldaşım ol
Bak! Ne büyük acılar büyütüyor yaşlılıklar
Sen kal böyle,
Çare ol,yasla başını omzuma
Ki haykırış ol ,ve yakış bana
Ses ol,şu çadaşsızlığa!
Kal be çocuk -kal içimde
Parmaklıklardan öteye geç
Gir içime ,çığlık at özgürlüğe
İşte böyle kal ben de ılık ılık.
(Meral Meri)
12.12.13.
Etiketler:
edebiyat,
ILIK ILIK ÖZGÜRLÜK,
meralmeri,
şiir
Meral Meri
"Bir aşk yaşamaksa tek derdim,
Öyleyse küçücük olsun, sıradışı olmasın, karıncalar taşısın yeter!.."
Meral Meri
Öyleyse küçücük olsun, sıradışı olmasın, karıncalar taşısın yeter!.."
Meral Meri
19 Aralık 2013 Perşembe
Meral Meri
Sen yoktun ve günler birbirinin tıpatıp ikiziydi
Sen yoktun ve hiç kar yağmadı
Yağmurda yağmadı,
Kuşlarda hiç ötmedi
Ama ben her gün tıpatıp aynı öldüm!
-
Meral Méri
Sen yoktun ve hiç kar yağmadı
Yağmurda yağmadı,
Kuşlarda hiç ötmedi
Ama ben her gün tıpatıp aynı öldüm!
-
Meral Méri
Etiketler:
aforizma,
edebiyat,
hasret,
manalı sözler,
Meral Meri,
meralmeri,
özlem,
paris
Manalı Sözler
"Seni özlediğimi nereden bulup çıkaracaksın keza kaç lisan üretmelisin bilmem.
Ama bunu yapmana hasretle ihtiyacım var!"
-
Meral Meri
Ama bunu yapmana hasretle ihtiyacım var!"
-
Meral Meri
Etiketler:
aforizma,
edebiyat,
manalı sözler,
Meral Meri,
meralmeri,
söz
"Şimdi ve bundan sonra, sana ve kendime itiraf etmekte
hâlâ fazlasıyla zorlandığım bazı şeyleri suskunlukla geçiştireceğim."
Franz Kafka
Buhur-u Meryem
Buhur-u Meryem
Sen yosunların ortasında
Kalmış bir aşksın sevgilim,
Öyle ki deniz kabukları kıskanır seni.
Buhur-u Meryem kadar
Özenle ve üzerine titreyen
Yaşam kadar masum.
Bir göz edası ve saydamlığı ile
Saatlerce seninle
Vals yapabilirim.
Hem de macar bir şarkı eşliğinde-
Hem de Provence'nin eteklerinde,
Hem de tenine buseler kondurup
Tokay şarabından tatmışcasına.
Ve sana taşıp, furmint üzümleri
İçine doğmuş gibi, hissederek seni
Yeniden doğurabilirim.
Böyle lavantaların ortasına.
Ve yel değirmenlerinin
Huzurunu çalıp, sana sunabilirim.
Yaşayabilir ,yaşanabilir,yaşatabilirim
Sevgilim seni.
Ve seni siklamen çiçeklerine emanet edip,
Gidebilir.
O bildiğin deniz fenerlerine.
Ve döndüğümde özgürlüğünü
Böyle içten bir sarılışı gibi
İçime çekerek, koklayıp seni,
Doyabilirim sana ,mukaddes bir gül gibi.
Meral Meri
Etiketler:
aşk,
Buhur-u Meryem,
deniz kabukları,
edebiyat,
huzur,
macar şarkı,
Meral Meri,
meralmeri,
mukaddes gül,
provence,
sevgi,
sevgili,
siklamen çiçekleri,
şiir,
tokay şarabı,
vals,
yel değirmenleri,
yosun
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)